Kategori: Dijital Günlüğüm

  • Her şey olması gerektiği gibi

    Arada böyle hallerimiz geliyor ya, sanki dünya biraz fazla dönüyor, rüzgar biraz fazla esiyor, insanlar biraz fazla nefes alıyor… Ve bütün o fazlalığın sorumluluğu durduk yere üzerinde hissediyorsun. Her şey üzerine çöküyor. Şlaaapğ

    Ama sonra bir bakıyorsun, doğa hiç oralı değil.

    Ağaç gayet rahat yaprağını döküyor, rüzgar kendi keyfine esiyor. deniz dalgasını vuruyor. Güneş doğuyor, batıyor.

    O an dank ediyor dünya bizden bağımsız dönüyor. Bütün o “yük” dediğimiz şey, meğer kafamızın içinde yaşayan bir drama kraliçesiymiş. Dünya benim omuzlarımda değil. Ben sadece fazla düşünmüşüm, diyorsun.

    Her şey olması gerektiği gibi.

    Ben olsam da, olmasam da.

    Ama ben olduğum sürece…

    Her şey biraz daha gerçek.

    Ve o gün başlıyor asıl özgürlük.

    Sevilmeme ihtimalini göze almak.

    Herkese yetişememeyi kabul etmek.

    Bırakmak…

    Bırakınca bir şeylerin yıkılmadığını, aksine nefes alındığını fark ediyorsun.

    Hayat hâlâ orada, sen hâlâ buradasın — sadece artık kendin gibisin.

    Kendi ritminde, kendi kelimelerinde, kendi yerinde.

    Artık kim ne verir, kim ne alır, kim ne düşünür diye değil…
    Ne hissediyorum, ne yaşıyorum, neye inanıyorum diye soruyorsun.
    Ve o an, dünya artık bir yük olmaktan çıkıyor.
    Sadece üzerinde durduğun, bazen koştuğun, bazen durup gökyüzüne baktığın bir yer oluyor.

    Gerçek özgürlük, “herkes beni sevsin” takıntısından vazgeçince geliyor.

    Bazı şeyleri, bazı insanları, bazı halleri bırakmak…

    Zor, evet.

    Ama bırakınca bir hafifliyorsun ki, bir bakıyorsun, nefes almak bile kolaylaşmış.

    Artık kimseyi memnun etme zorunluluğun yok.

    Sadece kendi ritmine yetişmeye çalışıyorsun, o kadar.

    Eskiden “iyi insan” olmaya çalışıyordum, şimdi “gerçek insan” olmayı deniyorum.

    Kim ne verir, ne eksiltir, ne düşünür diye değil…

    Ben ne hissediyorum, ona bakıyorum.

    Ve evet, bazen canımı yakıyor bu farkındalık,

    ama en azından kendi canım.

    Başkalarının doğrularına sıkışmış bir versiyonum değil.

    Ve sanırım nihayet şunu anladım:
    Hayat, “her şey yolunda” olduğunda değil,
    sen “her şey böyle de güzel” diyebildiğinde başlıyor.

  • Dost gibi duran gölgeler

    Bazı sessizlikler, en yüksek bağırıştır. Özellikle de başarının
    ortasında yankılanıyorsa. Bir hedef koyduğunda
    sessizleşenler olur. Senin ışığın parladığında gözlerini kısmayı
    seçenler… Dost gibi davranırlar, ama farkında olmadan ya da
    farkında olarak, seninle yarışırlar.

    Bir şeyi başardığında çevrende sessiz kalanlar vardır. Hani her
    dert anında “buradayım” diyen ama sevincinde ortadan
    kaybolanlar…

    Bir de her başarında ya da yaptığın güzel bir şey de “Sen çok şanslısın zaten.” diyenler var…

    Şans dedikleri şeyin stresli günler, uykusuz geceler, ve kimseye anlatamadığın savaşlardan ibaret olduğunu.

    Başarının görünür olduğu her an, bazıları sessizleşir. Seni
    alkışlamazlar. Seni konuşmazlar. Çünkü bu, onların içindeki
    eksiklerle yüzleşmelerine neden olur. Ve işin en garip yanı,
    bazı insanlar seni sadece başarısız olman için takip eder. Bir
    hata yapmanı sessizce beklerler. “Ben demiştim” diyebilmek
    için.

    Tanıdık geldi mi?

    Bir hedef koyarsın mesela. “Ben de aynı şeyi düşünüyordum”
    der. Seninle değil, senin önünde olmak ister. Yeni bir insanla
    tanışırsın, senden önce onunla bağ kurmaya çalışır. Seni değil,
    senin temsil ettiklerini sever: cesaretini, ışığını, ilgi gören halini.
    Ama en çok da, bu ilgiyi kendi üzerine çekme ihtimalini.

    İşte tam bu yüzden bazı insanlar sana “yakın” görünür ama
    “gerçek” değildir.

    Bu insanları tanı. Kızma. Kırma da. Ama yerlerini
    doğru belirle. Çünkü herkesin seninle yürümesine
    gerek yok. Kimi uzaktan bakmalı. Kimi sadece
    “orada” kalmalı.

     Sen düşerken de sen yükselirken
    hâlâ orada kalanlar… İşte onların elini sıkı sıkı tut,
    asla bırakma!

    Kendi yoluna gittiğinde, sen olmaya çalışanlar
    çıkacak.

    Sen bir şey inşa ettiğinde, göz ucuyla izleyip
    sessiz kalanlar olacak.

    Ama sen, onların ilgisine değil, kendi inancına
    yaslan.

    Çünkü gerçekten senin dostun olanlar, alkışlamayı da seni içten yüceltmeyi ve desteklemeyi de
    bilir. Yarışmazlar, kıskanmazlar,
    gölge etmezler.

    Ve bir gün, gerçekten yalnız kalırsan… Şunu
    hatırla:

     Belki kalabalık gitmedin, ama hafifledin.

     Ve bazen bu, en büyük kazançtır canım okur 🙂

    küçük bir alıntı; hiçbir zararın dokunmadığı halde sana karşı bilenip çirkinleşenleri fark ettiğinde, parladığın için değil, parlamaktan vazgeçmediğin için rahatsız olanları geride bırakacaksın. bu senin derdin değil, onların derdi olduğunu anladığında ise hafifleyeceksin…

    küçük bir alıntı; Sizi sevmeyen size değer vermeyen sizi aramayan sormayan size bir mesaj atmayı bile çok zül gören hep sevgisi için çabaladığınız insanlara harcadığınız enerjiyi alın kendi uğraşlarınıza sizi mutlu eden şeylere verin.

  • Aradığım hayat kendindeymiş…

    Kendime yolculukta attığım en büyük adımlardan biri, o ağır yükten kurtulmaktı: “kimseye bir şey kanıtlamak zorunda olmamak.” Ne kadar rahatlatıcı bir his, değil mi? Bunu söylerken bile sanki birkaç kilo hafifliyor insan. alıntılardan bu yolculuğun en ferahlatıcı farkındalığına destek veren alıntı şuydu:

    “Ben insanların fikirlerini değiştirmek zorunda olmadığımı hissettiğim an çok rahatladım.”

    ”Artık hiç kimseden hiçbir şey beklemiyorum. Gerçekten sizi aşağı çeken her şeyi arkada bırakmayı öğreniyorsun. Yani artık istemediğim bir şeyi yapmıyorum. Ya da olmak istemediğim bir grubun içinde olmuyorum. Ya da herkesten mükemmeliyetçilik beklemiyorum. Herkesin bir kapasitesi olduğunu, bir şekilde kabullendim. Herkesin aynı bakış açısına sahip olmadığını kabullendim. Seninle sürekli olumsuz konuşan bir arkadaşını artık görmek istemiyorsun gerçekten. Ya da bunu gerçekten azaltıyorsun.Hayattan daha az beklentim var. İnsanlardan daha az beklentim var. Bu da seni daha özgür kılıyor aslında. Zamanda daralıyor. Yani artık zamanın değerini de anlıyorsun bu yaşlarda ve zaman dünyadaki en değerli şeylerden bir tanesi çünkü hiçbir şeyle satın alamıyorsunuz ve istediğiniz gibi yaşamayacaksan yok olup gidiyor.”

    Ne büyük bir nefes alma anı bu!

    Çünkü gerçekten, kimseyi ikna etmeye, kendimizi sürekli açıklamaya gerek yok. İnsanlar zaten kendi doğrularıyla bakıyor hayata; sen ne söylersen söyle, o süzgeçten geçiyor her şey.

    Ve o an (kendini açıklamaktan vazgeçtiğin an) aslında kendine sessizce “ben yeterliyim” dediğin an olduğunu hissediyorsun.

    İnsan kendi yolunda ilerlerken, aslında aradığı şeyi bazen hiç ummadığı yerlerde bulurmuş. Bir şehrin sokaklarında, okuduğu bir kitabın satırlarında ya da yudumlandığı bir kahvenin kokusunda… Önemli olan, o küçük ama değerli güzelliklerin farkına varabilmekmiş. Sonra bir bakmışsın, etrafında o güzellikleri aramaya, yeni deneyimlerin peşinden koşmaya başlamışsın. Ruhunu besleyen, sana iyi gelen şeylerin ardından gitmiş, anın içinde tamamen kalabilmişsin. Bazen bir ülkeye, bazen sadece yeni bir mekâna adım atmak bile seni kendine getirirmiş. Çünkü esas mesele, hem ruhunun hem de bedeninin ihtiyacına kulak vermek ve kendi yolundan asla sapmamakmış.

    Ve artık biliyorum: “Sadece beni mutlu eden şeylere müsaitim.” Bu cümleyi kurmak için daha fazla beklemeye gerek yok.

    Sanırım hepimiz, hayatlarımızda başkalarıyla derdi olmayıp bütün derdi kendi hayatını güzelleştirmek olan o insanları arıyoruz. Belki de o insan tam olarak biziz. hepimizin eş,arkadaş, akraba olarak karşısında görmek istediği o insan (başkalarıyla derdi olmayan ama kendi hayatını güzelleştirmek için çabalayan insan) tam da biziz.

    Başkalarının ne düşündüğü, sizin ışığınızı söndüremeyeceği gibi, size yeni bir yol da çizemez. Bırakın gölgeler geride kalsın.

    Önemli olan, dışarıdaki gürültüye rağmen kendi fısıltımızı duyabilmek, kendimizden vazgeçmemek.

    İşte bu yüzden, birey olmak cesaret ister; ama aynı zamanda sonsuz bir huzurun da kapısını aralar. Kendi yolunda yürüme cesaretini gösteren herkesin gölgesi, artık sadece kendi ışığının ürünüdür.

    Müthiş bir cesaret isteyen bu yolculuk sonunda bize baya güzel bir şey kazandırıyor: Dünyayı artık başkaları için değil, kendin için güzelleştirme gücünü.

    Peki sen, kendi yoluna çıktığında… içinde hangi yükün hafiflediğini hissettin?