
Kendime yolculukta attığım en büyük adımlardan biri, o ağır yükten kurtulmaktı: “kimseye bir şey kanıtlamak zorunda olmamak.” Ne kadar rahatlatıcı bir his, değil mi? Bunu söylerken bile sanki birkaç kilo hafifliyor insan. alıntılardan bu yolculuğun en ferahlatıcı farkındalığına destek veren alıntı şuydu:
“Ben insanların fikirlerini değiştirmek zorunda olmadığımı hissettiğim an çok rahatladım.”
”Artık hiç kimseden hiçbir şey beklemiyorum. Gerçekten sizi aşağı çeken her şeyi arkada bırakmayı öğreniyorsun. Yani artık istemediğim bir şeyi yapmıyorum. Ya da olmak istemediğim bir grubun içinde olmuyorum. Ya da herkesten mükemmeliyetçilik beklemiyorum. Herkesin bir kapasitesi olduğunu, bir şekilde kabullendim. Herkesin aynı bakış açısına sahip olmadığını kabullendim. Seninle sürekli olumsuz konuşan bir arkadaşını artık görmek istemiyorsun gerçekten. Ya da bunu gerçekten azaltıyorsun.Hayattan daha az beklentim var. İnsanlardan daha az beklentim var. Bu da seni daha özgür kılıyor aslında. Zamanda daralıyor. Yani artık zamanın değerini de anlıyorsun bu yaşlarda ve zaman dünyadaki en değerli şeylerden bir tanesi çünkü hiçbir şeyle satın alamıyorsunuz ve istediğiniz gibi yaşamayacaksan yok olup gidiyor.”
Ne büyük bir nefes alma anı bu!
Çünkü gerçekten, kimseyi ikna etmeye, kendimizi sürekli açıklamaya gerek yok. İnsanlar zaten kendi doğrularıyla bakıyor hayata; sen ne söylersen söyle, o süzgeçten geçiyor her şey.
Ve o an (kendini açıklamaktan vazgeçtiğin an) aslında kendine sessizce “ben yeterliyim” dediğin an olduğunu hissediyorsun.
İnsan kendi yolunda ilerlerken, aslında aradığı şeyi bazen hiç ummadığı yerlerde bulurmuş. Bir şehrin sokaklarında, okuduğu bir kitabın satırlarında ya da yudumlandığı bir kahvenin kokusunda… Önemli olan, o küçük ama değerli güzelliklerin farkına varabilmekmiş. Sonra bir bakmışsın, etrafında o güzellikleri aramaya, yeni deneyimlerin peşinden koşmaya başlamışsın. Ruhunu besleyen, sana iyi gelen şeylerin ardından gitmiş, anın içinde tamamen kalabilmişsin. Bazen bir ülkeye, bazen sadece yeni bir mekâna adım atmak bile seni kendine getirirmiş. Çünkü esas mesele, hem ruhunun hem de bedeninin ihtiyacına kulak vermek ve kendi yolundan asla sapmamakmış.
Ve artık biliyorum: “Sadece beni mutlu eden şeylere müsaitim.” Bu cümleyi kurmak için daha fazla beklemeye gerek yok.
Sanırım hepimiz, hayatlarımızda başkalarıyla derdi olmayıp bütün derdi kendi hayatını güzelleştirmek olan o insanları arıyoruz. Belki de o insan tam olarak biziz. hepimizin eş,arkadaş, akraba olarak karşısında görmek istediği o insan (başkalarıyla derdi olmayan ama kendi hayatını güzelleştirmek için çabalayan insan) tam da biziz.
Başkalarının ne düşündüğü, sizin ışığınızı söndüremeyeceği gibi, size yeni bir yol da çizemez. Bırakın gölgeler geride kalsın.
Önemli olan, dışarıdaki gürültüye rağmen kendi fısıltımızı duyabilmek, kendimizden vazgeçmemek.
İşte bu yüzden, birey olmak cesaret ister; ama aynı zamanda sonsuz bir huzurun da kapısını aralar. Kendi yolunda yürüme cesaretini gösteren herkesin gölgesi, artık sadece kendi ışığının ürünüdür.
Müthiş bir cesaret isteyen bu yolculuk sonunda bize baya güzel bir şey kazandırıyor: Dünyayı artık başkaları için değil, kendin için güzelleştirme gücünü.
Peki sen, kendi yoluna çıktığında… içinde hangi yükün hafiflediğini hissettin?


Bir yanıt yazın